Şebnem Şibumi’ye Mektup - IV

Rüyanda başrolde değilsen, kabus görüyorsun demektir

Şebnem; ceylanların, kuğuların sınıf arkadaşı, cıvıltılı cimcime, bal şelalesi; şövalye olsaydım, senin şehrine hücum etseydim, dudaklarını görünce kılıcımı düşürür, atımdan düşerdim. Hiçbir zaferin erişemeyeceği tatta bir yenilgi olurdu…

Ellerin… boğumları kudretten zarafet yüzükleri gibi.

İnsan kıyamaz dokunmaya.

Avuçların desenli kurabiyeler benziyor.

Öpsem, ağzımda şeker tadı bırakacak, kesin.

Parmakların ucunda tırnakların küçük deniz kabukları gibi parlıyor şebnem…

Rüyanda başrolde değilsen, kabus görüyorsun demektir.

Bir kerecik buluşalım, yeniden hayatımın başrolünde olayım.

Kalbimden mezarlık dumanları yükselse de ziyanı yok.

Şebnem, bak, hasretten bütün günahlarım döküldü. hacdan yeni gelmiş gibi hafifledim.

Şebnem, uçsuz bucaksız bir cayırda buluşalım.

Başını dizlerime koy.

Sevincimden çimlere kırağı düşürürüm.

Senden sinyal beklemek, dünya dişi uzayda yaşam belirtileri aramak gibi; acayip sancılı.

İnsan, nelere katlanmak zorunda kalacağını önceden kestiremiyor.

Göze aldığımız risklerden, tehlikelerden çok daha fazlası çıkıyor karşımıza.

Bakışların, cennetin eşiğinde sorulan bilmeceler gibiydi şebnem.

Artık hayatimin normale dönmesi imkansız,

Şebnem, sen saklanınca ağaçların içi boşaldı, kuşlar iskelete döndü, deniz pıhtılaştı, gökyüzü felç oldu, bulutlar kireç bağladı, asfaltlar eriyor, minareler yamuldu; istanbul, haşlanmış lahana gibi kendini saldı.

Şebnem seni manyaklar gibi özledim, iç içe geçmiş kafeslerin ortasında gibiyim.

Şebnem, adın dilimin ortasına yuva yapmış guguk kuşu gibi, ne zaman ağzımı açsam, uçuveriyor. hasretin gecenin mimarisi oldu, temelli, sütunları, kubbesi.

Seni sevmek, göğüs kafesimde bir gökdelen jeneratörü taşımakla aynı şey şebnem.

Şebnem senin için buffalolar kurban edeyim, yağmur ormanlarını yakayım, tabiatla kanlı bıçakla olayım.

Şebnem tornavidayla dağlara oyuklar, mağaralar açayım, çölü avuç avuç başka yere taşıyayım.

Şebnem, bir öpücük ver, sonra yurdun dört başına örülü demir ağları söküp trenleri karadan yürüteyim.

Türk kızılayı’na kan vereyim, oradan da altı nokta körler derneği’ne gideyim., körlere sesleneyim: “arkadaşlar, dünyanın kepazeliğini görmediğiniz için evet şanslısınız, fakat şebnem’in güzelliğini görmek için ölüp cennete gitmeniz gerekecek. sıkın dişinizi.“

Öpüyorum gülüşünün bütün kıyılarını.