Durumumuz aşağı yukarı şöyle. Ben. bir yerlerde, pis bir çukurda yaşayan (çukurun pisliği benim orada oluşumdan), ormanları tanımayan yabanıl bir hayvandım. Birden seni gördüm ışıklar içinde, aydınlıkta, o güne değin gördüğüm en güzel şeyi, seni: Unuttum olup bitenleri, kendimi unuttum, kalktım ayağa, sana yöneldim. . Bu yeni, bu ülküsel özgürlük içinde kuşkuluyum gene de, ama yaklaştım, yanındayım artık... Öylesine iyi dav i andın ki, hakkım varmış gibi sokuldum sana, yuzurnu gözümü ellerine sürdüm, mutluydum, her şeyden kopmuştum artık, böbürleniyordum da, kendimi güçlü duyuyordum, evimde gezer gibiydim. (Durmadan bu ev sözü.) Oysa yabanıl bir hayvandım, benim yerim ormandı, ancak senin bağışınla yaşayabilirdim bu aydınlıkta Unutmuştum olup bitenleri, ama başıma gelecekitii gözlerinde görmüştüm. Süremezdi ki... Okşuyordun benî, ama, görecektin yabansı yanlarımı, gerçek ülkemi yadsıyamazdım, ormanı anımsatacaktım sana. Derken önüne seçilemeyen, kaçınılması güç tartışmalar başladı korku" başlıca konumuz oldu.
Beni (senide boş yere) yiyip bitiriyordu korku, günden güne büyüyordu Ne kötü, ne pisti bu üzüntüler; sana hiçte engel oluyordum Max'la olan anlaşmamız, Gmünd'deki durumumuz, sonra Jarmila karşılaşmasındaki yanlış yorumlama, şimdi de V.'nin alıkça, kabaca vurdumduymazlığı ve bir sürü şey daha girdi araya. Kendime gelir gibiyim, anımsadım kim olduğunu... Avunacak bir şeyler de bulamıyorum gözlerinde artık. Düşlerde çekilen karabasanları çekiyorum. (Hani yabancı bir yerde evindeymiş gibi salınır kişi?) Bu korkuyu gerçekten çekiyorum Milena... Dönmeliyim, karanlığa dönmeliyim, dayanamıyorum güneşe.
Umut kırıklığına uğramış, yolunu şaşırmış bir hayvan gibiyim; kaçıyorum, gücümün yettiği kadar koşarak kaçıyorum artık, ama yalnız şunu düşünerek kaçıyorum: "Onu da birlikte götürebilsem" diyorum, "onun olduğu yerde karanlık olur mu hiç?" Günlerin nasıl geçiyor, diyorsun, böyle işte! Mektubun geldiğinde, ben sana mektup göndermiştim bile. "Korku", "kuşku" falan, filan bir yana -tiksinç olduğundan değil, midem dayanıksız da ondan - evet, her şey bir yana, gene de senin söylediğin gibi güç değil belki de. Anlatmaya çalışayım: Kişi kendi yetersizliğini ister istemez çekmek zorundadır, bu zorunluğu hep duyar, ama iki kişinin yetersizliğine boyun eğmek zorunda değildir! Gözlerimiz ne güne duruyor? Kör edebiliriz onları, yüreğimizi de çekip atarız! Yok, yok o kadar da değil, biraz büyükseme, biraz yalan var bunda; zaten her şeyi büyüksüyorsun.. Yalnız önem büyüksenemez.. O var Milena, onun oluşu gerçek işte. Gene de özlem için edilen gürültü patırtı kadar büyük değil özlemin kendisi. Saçma bulacaksın, ama değil! Bak: "En çok seni seviyorum" diyorum, ama gerçek sevgi bu değil belki. "Sen bir bıçaksın, ben dedurmadan içimi deşiyorum o bıçakla" dersem, gerçek sevgiyi anlatmış olurum belki. "Sizin sevmeye gücünüz yetmez." demiştin bana Milena; "insan'la "hayvan"ın arasındaki ayrıntıyı ortaya koymaya yetmez mi bu?
Neler oluyor, ya da neler olduğunu iyice anlayamıyorsun Milena, ben bile anlayamıyorum; bir coşkunluk karşısında ürperiyorum, aklımı yitirecek kadar üzülüyorum, gene de bilmiyorum ne oluyor, ne olacak! Bir tek şey biliyorum: Gürültü, patırtı istemiyorum, karanlık olsun istiyorum, bir yerlere gizleneyim diyorum, bunu istiyorum işte, bunu arıyorum, bunun ardından gideceğim, elimde değil.
Bu coşma, bir volkan patlaması gibi bir şey olduğuna göre geçecek elbet, yarı yarıya geçti de sayılır, ama bu coşmayı sağlayan güçler içimde var daha, hep vardı, hep de olacak; yaşamım buna bağlı, bu anlatılamayan korkulara bağlı yaşamım, onlar yok olunca ben de yok olurum; benim de payıma bu düşmüş, yitirirsem bu yanımı vazgeçerim yaşamaktan, gözlerimizin doğal kapanışı gibi ben de kolayca yaparım bu işi. Beni tanıdığından beri böyle değil miydim?
Böyle olmasaydım çevirip başını bakar miydin bana? Geçtiğine göre, bu yeni durumumda rahat, mutlu ve sevinçli olmam gerekmez mi? Ama değil, gerçeğe çok yakın olduğu halde değil (bu olayı yaşamış olmanın sevinci içindeyim, bu gerçek, bir bakıma da mutluyum, ama rahatım diyemem, bu uymuyor gerçeğe), çünkü hep korkacağım, korkuyu hep ben çekeceğim.
Nişanlanmalarımla buna benzer olaylara dokunmuşsun; doğru, sıradan şeylerdi, acısı değil, ama etkisi sıradandı. Sanki, baştan savma bir yaşam yaşanmış da, birden bundan ötürü cezalandırılması gerekiyor kişinin, ceza olarak da bir mengeneye sokuyorlar adamın başını, şakaklarını sıkmaya başladıkça dilin çözülüyor, konuşuyorsun: "Vazgeçmem bu değersiz yaşamdan, sürdüreceğim diyorsun, ya da "peki, vazgeçiyorum..." diyorsun. Vazgeçiyorum diye öyle bir bağırırsın ki, ciğerlerin sökülür sanki.
Bu davranışımı da öteki eski şeylerle bir tutmakta haklısın, ben hep o insanım... Hep eş şeyler etkiler beni... Ama toy değilim artık, görgüm arttı, açıklamada bulunmak için sokturmam kafamı mengeneye, daha önce basarım yaygarayı, uzaktan görünce başlarım bağırmaya... Gözüm açıldı artık, hayır, hayır daha yeterince açılmadı! Gene de sana karşı olan davranışımda değişik bir yan var: Kendimi ve seni düşünerek yalan söylemiyorum sana (kimseye davranmadım bu türlü), sonra da gerçeği gene senden öğreniyorum. "Beni bırakma" diye yakarmamı ele alıp, acı acı yakınıyorsan, Milena, haksızlık edersin. Bugün de bu konuda değişmiş bir şey yok. Senin ateşinle yaşıyordum (bunu da öyle olağanüstü bir göklere çıkarma sayma, bu ateşte yaşayabilmek herkesi mutlu kılar), yerden kesilmişti ayaklarım, uçuyordum; işte bu korkutuyordu beni, nedenini bilmeden korkuyordum, ne kadar havalandığımı bilmediğim için korkuyordum belki. İyi değildi bu durumum, ne benim için, ne de senin için iyi idi. Nitekim doğru bir söz, söylenmesi gereken doğru bir söz yetti beni sarsmaya, sendeledim, derken bir söz daha, tepesi üstü yuvarlanıyorum artık, gene de çok ağır oluyor, ayaklarım kim bilir ne zaman yere değecek? Söylenen bu "doğru sözlerin" neler olduğunu yazmayacağım, örnek vermek istemiyorum, hem neye yarar? Büsbütün allak bullak eder