Hayat,
önce ayaklarımızı daldırdığımız,
Bir
küvet dolusu soğuk su.
Kademe
kademe üşüyüp,
Boğularak
bitirdiğimiz bir süreç.
Unutmamam
gereken şeylerin sayısı arttıkça,
Hissettiklerimin
sayısı azalıyor.
Burada
bir yumurta çatlıyor.
Tam
burada.
Ellerim
çatlıyor.
Çürüdükçe,
çocukluğumdan uzaklaşıyorum.
Çocukların
anneleri yabancı adamlarla sevişiyorlar.
Güneş
hep güzel doğuyor.
Kulak
deliklerimden damlayan sıcak su,
Saçımdan
dökülen soğuğa değiyor.
Beni
artık kadınlar bile ağlatamıyor.
15’lik
bir kız, 15’lik bir oğlana dokunduğunda bile dünya durmuyor.
Kedi
gibi sığınan sevgililer.
Bitmemesini
bilmeyen şarap.
Duvarlar
maviye boyanıyor.
“Gitme..”
diyorlar,
“…henüz
senden sıkılmadık.”
Geleceğe
yatırım alanında bankacılık,
İlk
doğan çocuk kadar eski.
Anneler
duygu, babalar mantık ve öfke.
Büyüsek
de onları içimizde yaşatıyoruz,
Kavga
ediyorlar hala.
Çocukların
ağzına inen tokat,
Oradan
silinmiyor.
Gitmek
istediğimiz her bir yol,
Dönmek
isteyeceğimiz bir yoldur.
Biz
dönerken giden anılarımızla çarpışıyoruz.
Çelişemeyeceksek,
neden yaşayalım.
Paylaşılan
bir anın sırayla getirdiği mutluluk ve hüzün,
Birbirini
götürmez, üst üste eklenirler.
Biz
erkekler,
Rahimlere
bebek düşürmek için,
Rahme
dönüş ve anne özlemiyle kandırılıyoruz.
Hatasız
olmayı o kadar çok deniyoruz ki,
Hiçbir
şey öğrenemiyoruz, bizden hatalısı kalmıyor.
Biz
insanlar,
Kendimizden
başka hiç kimsemiz olmadığını reddetmek için,
Başkalarından
utanmayı icat ettik.
Kendimizden
başka hiç kimsemiz olmadığı halde,
Parmaklarımızı
emmekten kaçınıyoruz.
Nesnelere
“bilerek” değil, “hissederek” anlam yüklenir.
Bir
insan için gün batımı,
Dünyanın
eksen dönüşü olduğu günden beri heyecanlanamıyoruz.
Tanrı’ya
bile sığınamıyoruz artık. Bildikçe yalnızlaşıyoruz.
Yalnızlaştıkça
güzen görünen her şey, aslında kötü kokar.
Dünya
şuraya gidiyor dostlar, yanlışlanamıyoruz.
Piyanoda
re diyez, gri atılmış her yana.
Alkolün
etkisi, orgazma yaklaşmaya benziyor,
Ama
asla ulaşamamaya.
Gözlerim
kapalı, yıkılan şehirler görüyorum.
Güzel
kokan bebeklerin büyümelerini bekliyoruz,
Boğmak
için.
Nesneler
zorlamayla parıldıyor ancak.
Gidecek
yerimiz yok diye gidiyoruz sürekli.
Sevemediğimiz
için aldatılamıyoruz da.
İlk
şemsiyeyle başlayan, histen soyutlanma,
Dur
durak bilmiyor.
Sesimle
kırmızı cümleler kuramamaktan şikayetçiyim.
Neyse
ki Everest’e tırmanmak için, doğru bir dokunuş yetiyor.
Yaşamaktan
utandığımız için yazıyoruz bazen.
Homojenlik
saplantımın esiriyim.
Depresyon
sırasında ve ayna karşısında,
Saçlarını
kazıyan bir kız gibi,
“Ne
yaptım ben.” diyoruz;
Lavaboda
sadece geçmişten kalanlar.
Geleceğimizi
hiçbirimiz bilmiyoruz.
Çoğu
zaman,
Camdan
bakmak yerine,
Camlara
yazıyoruz.
Ve
korkumuzdan çoğu zaman,
Kırılmayı
hissetmek yerine,
Camları
kırıyoruz.