,.





Belki, asfalt dökmek unutulmuş yollar kadar doğaldı işe yaramazlıkları.

Boğulana dek, bir kaç kez batıp çıkmışlardı;

Yaşam dediler suyun üstüne, pek sevdiler onu,

Ad güzelliğinin yüzü-suyu hürmetine.

Ben seni özledim; o, bu, şu sesi yükseltti:

Monarşiye teslim memleketlerin cumhurbaşkanları televizyonlarda konuştu.

Burada cevapları ben veririm.



Yıldızlar parladıkça, patlamaya yaklaşıyorlar,

Esamelerinin okunmamasına yanaşmıyorlardı.

Pazarlık yok, her şey geliş fiyatına.

NorMal olundu.

Başlamadan bitenler de var;

Yalnızca, olmuyorlar. Böyle bu.

Benden ayrı kalmak hasta ediyorsa seni; öperim, geçer.



Tepkisizlikle cebelleşmeme hakkımızın elimizden alnımasına, tepkiliydik önceleri.

Cümle, alemdi.

Kurmamak, hayıra alametti,

Eveti seçti azınlığımız.

Yasa çıkartanımız, tanıyanımız olmadı,

Ama, biz tanıştık.

“İnsan, elektrik tasarruflu, yoğuşmalı bir klimadır.” Bu yalana denk bir kaç doğru duymuş olmalıyız.



Annesi belli olmayan çocukları,

Rastlantı diye hitap ederek aşağılamaktan suçlu bulunmaya, her ramak kaldığında,

İzimizi kaybettirecek bir rüzgar çıkartacak;

En şık arabayı takip ettirecek bir taksi imal edecek kadar yetenekliydik.

Kimisi ihmal oldu;

Biz ise,

Sebepleri bilmesek de, sonuçları sevebilmeye muktedir.

İnsan amaç değil, anaçtır.



Çabalar o kadar gecikti ki; vakit, bir başka günün erken saatleri.

Haksız kazanç elde edemeyecek kadar haklıyız davamızda.

Bu, seni su ısındığında çağırmam kadar katkısız.

Katıksız yemeye alıştırdık, bir diğerimizi.

Sıfırın halkası, içinden geçelim diyedir. “Söz”üm sana.

Kadere inanmak ya da inanmamak, kaderin bir parçasıdır.



Kendi çığlığını bastırmak adına suskun;

Kendi varlığını kanıtlama arzusu, tanrılarınki kadar yüksek,

Onlarınki kadar başarısız nesle aşinayız.

Popülasyonun, bir aşınmadan diğerine taşınmada teptiği yolların,

Dili olsa yanacak.

İşsizlik maaşıyla iş kurdu, her bir din.



Genital bölge planlama masasınca reddedilmiş projeler,

Her şeyi değiştirebilirdi aslında;

Yatağın ters yanında sevişebilmek, ters köşe edişmek,

Erdişil bir ibadet olarak.

Rüya tabirleri caizse, yan gelip yatalım;

Ha değilse eğer, işimize bakalım.

Fazla mesaisiz tüm çalışma saatleri part-time’dır.

Kendi sempatizanını katletmekten aciz her partizan, özentidir.



Aceleci bir cinayet işlensin ellerimizle, bizden habersiz.

İğne oyalansın.

Gidip-gelmelerimiz, boşalmak değil, dolmak için.

Bir pazar gecesi gel ki bana, tüm pazartesi randevuların iptal olsun.

Ben seni severim, senin için açılır.

Yüz nakli, insanlık namına mekruhtur.



Sen;

Kaşıklamaya başla, kaşığını tabağına vuracağına,

Yemeği o zaman göreceksin.

Kes-gönder burnunu, göz korkut, fidye iste.

Ters şeride geç, karşılamaya geleceğim.

Şekilden şekile girmekte değil, şekli aşmakta marifet.

“Sevişirken kahkaha atabilenleriz. Hoş geldik. Giriş işlemleri başlasın.”

 .





Bugün ayın 23’ü ve ben bir ölüyüm.

Saat 8’e 55 var, 7’yi 5 geçiyordan iyidir.

Ağırlığım, tartıya değil, suratlara binmiş.

Getirdiğim haberleri gençlikten okuyamıyorsunuz.



Üç kere tık. Adamcıklar verin bana, kimsenin ölümlerini umursamayacağı, karşılıksız bağışlayabileceğim.

Bir vampirin zamanda geriye yolculuk sırasında, tek dikkat etmesi gereken, kanın evrilmesinden öncesine gitmemektir.

Sokakta öpüşen bir çifte bakmamaya çalışırcasına fesat,

Penis hasadı yapmak istercesine haset,

Biraz da küsürattan ibaret sanki insan. Baharatı var falan.



İçinizde bir boşluk mu var? Siz de deneyin: PENİS.



Eşcinsellikten kaçar adım, birkaç gayri-hetero katleden adamın akıbetinden kimse bahsetmiyorsa, kanıksandığından. Karşı cinsiyle uyuyanların çok azı değerlendirme sonucu oradaydı. En az 3’te 1’i, annesiyle uyuyan oğlan çocuklarıydı. Uyumak kaç kişiye harç bu zamanda? Çükünü keserler adamın.



İnsanlığın her ağrısı, semptom bünyemde, teşhisten uzak. Arkadaşsız hava sahasında yeşeren hastalıkla, yemyeşil bir surat. Görsen, ölü görmüş gibi hissedersin. İnsan ne kadar da duyarlı.



İnsan, dehşetli yanını göremediğiyle arkadaş olur.



-Doktora gitmelisin.

+Ama korkuy...

-Korkma yahu, ne olacak.

+Yok. Ben değil, onlar korkuyor.

-Neden?

+Hayalet olduğum için olabileceğinden şüpheleniyorum.

-Ne!

+Ne yani, sen değil misin!

-Ne!?

+...

-...

Koro: Hiiiii!



Perde kapanır, el görünür.



Sopası yok. Aklı yok, sopa kadar.

Mahşerde ötecek el, kesilmelidir.

Nedir bu güvensizlik.

Sevap niyetine günah işleyen, zevksiz ve gerizekalıdır.

Kulakları ağır işiten bir ihtiyarı kısıtlayan, ezberidir.

Oysa ne hikayeler yazacaktı dudaklarınızdan!

Telif bile isterdiniz, beklenir.



Medeniyetin arka sokaklarını daima, gece vakti uyanmış insan amaçsızlığı süpürür. Toz, bir milenyumda düşer yere. Einstein’a kalsa, deney yapacak. Toz milenyumlardan yapılma tarih, en çok oralarda sızlanır. Herkesin beslendiği, ama çoğunluğun varlığını bile bilemediği odaya açılır tüm kapılar. Girenler, saymakla biter. Ömrü saymakla geçer onların. Medeniyet dediğin, bir tek dişiliği kalmış hermafrodit. Estetikle kirlenmiş Afrodit. Yüzlerde, erken boşalmış dükkan utancı. Örümcek. Yüzde elli, kafada bacaklı. Ne kadar eksik, o kadar toksik. Askerler sadık, lakin; o satıh, bozuk satıh. İnsan sarhoşken insandır. Askerin silahı var, parlakça; Ancak! Hayatını ve bedenini satmak istiyorsan şayet, daha kazançlı işler var yapılabilecek! Tek çekilmez fahişe, soylu olandır.



“Bizler vatansızız!” diyerek terkettiler ülkelerini, kimi kesimler; Ve, bir vatan kurdular. “Ahlaksız!” dediler, baltasını vuran oduncuya, odunu baltaya vurdular. Odunu her kez, sağlam baltaya vurdular. Elbette balta seviyorlar. Seviyorlar isyanı. Seviyorlar, isyan sevişmesinde, kalçalarında haz tokadı!



Pasifist partizanlar, mavzerlere doluştu, bunların hepsine karşı. “Hayat yoksa, tüfek yok!” dediler. Düşünce güçleriyle ölesiye çarpıştılar, ta ki... Ta ki yumurtalar haşlansın. Sonra afiyetle yediler. Birkaçı uyudu. Hayat yalansa dahi, acı gerçektir. Teoriyle desteklenmiş empirik bir veri kadar açıktır, acınasılıkları. Tanrı gibi düşünebilen insan, tanrı değildir. Bebeğini emzirirken tahrik olan anne suçluluğu, onlardaki çelişki.



İnsan aşıldığında, ilk iş, insana sığmak gerekir.



Aferin, eylemsiz referans çerçevelerinde yapın kahvaltınızı. Aman! Çayınız dökülmesin. Kendi kuyularınızı, kendi kepçelerinize kazdırın; gözlerinizde kelepçe, kendi caniliklerinize dahi uzanamazlar. İnsan kıymasını, böceklerden çok sever insanlar. 5 dakika daha uyumak mı. Zaman, zamanla çözülmez. Zaman, bir zaman meselesi değildir.



Eğer bir bagetseniz, cinsel açıdan şanssızsınız, çünkü çok incesiniz; cinsel açıdan şanslısınız, çünkü asla ereksiyon sorununuz olmaz.



Gölgemizi önden takip ederiz, aydınlığa koşuyoruz derken,

Yaş ayaklarımızda asfalt izleri bırakırken yollar.

Ben bilmiyorum,

Sen hatırlamıyorsun,

O umursamıyor;

Tekil şahıs trajedisi.

Robotları, “ruhsuzlar” diyerek dışlıyor,

İnsansı maymunlar.

Sen, ufaklık!

Şefkatle dolarsın, dolara endekslisin.



-Ya sen, gören çocuk!

+Anne, büyüyünce sosyopat olacağım ben.

-Ne akıllı çocuksun sen!



Bir noktaya çöken olasılıklar, kötücüldür.

Tek cennet, birbirine bulaşmak zorunda olmayan fikirler,

Gerçek olacak miktarda iğrençleşmeyen hayallerdir.

Küçük kuşların var olmadıklarına, küçük dağları şizofrenimin yarattığına inanıyor,

Yaratan şizofrenimin adıyla okuyorum, yazma bilmeyen yüzleri.

Ah, geçti neyse ki, artık dağlara da inanmıyorum.

Bana kalırsa, patlak bir balonu del.

Stres yaşamazsın mesela, plastiği delerken.

Görmeyeli çok değişmiş;

Onu çok geliştirmiş, Y kromozomunun hayatta kalma mücadelesi.



3-5 adım olmak var, yüzlerce adama bedel.

Olabildiğince tanrı, alabildiğince insanın.

Yeterince yaralı, ama hep kremli ellerim.

Ben yine, hiç düzlemde, ortabaharı özlerim.



Mut ne demek diye soran son.

 ,





Tanrı, çocuklarını sever.



Suya girip de ıslanmamak gibi bir yalnızlık. Ters takılmış bir prezervatif gibi, yanlış kullanılmışlık; Ve tek atışlık bir hakkın, hiç de haketmediği halde çöpe gitmekle sonuçlanması. Zor olan, camı yumruklamak değil, kolunu camdan çıkartmaktır derler, ya da diyeceklerdir.

Porno izle ve ağla; bazen, gözlerden boşalmak gerekir. Gözlerin var, hatırlıyor musun? Ya da hatırlıyor muyuz, en son neyi gerçekten hatırladığımızı? Geçen gün, geleceğimi hatırladım ve kustum. Kokudan iğrendim, yeniden kustum. Ah, cetvellerimiz ne kadar da adil!


Şu anda, havanın karanlık olduğu bir enlemde ve bir çıkmaz sokakta, bir kadına tecavüz ediyorlar. Biliyorsun, değil mi? Bunu bilmek için tanrı olmaya gerek yok. Paramparça ettiler giysilerini ve sırayla sertçe içine girdiler. Hisset, çünkü biri hissediyor tam da şimdi. Halen 2 kişi kendi sırasını bekliyor.

Bir çocuk dua ediyor yatağında, yorganını başının üstüne çekmiş. Dolaptaki bir canavarın hayalinden değil, annesini döven canavardan korkuyor ve tanrısına sığınıyor.

“O” canavarları salandır; tanrı olmak için, müdahale etmeye gerek yok.

Fazla ıslağız. Bugün lütfen bir duş alsın herkes; aksi takdirde unutuyoruz kurulanmayı.

Mecazlarımız fazla gerçek, zira gerçekliğimiz aslında mecazi. Kendi kurduğumuz mecazlarda yaşıyoruz. Metaforların anafor olduğu yerdeyiz. Suyla mı doldurmak isteriz ciğerlerimizi, burnumuzu ve ağzımızı tıkayıp ölmek mi? İşte özgür irade; durma, boğulma şeklini seç!

Su altında kalmış bir şehirde yaşamak, yalnızca zirvedekiler için ilginçtir. Sandala bile binebilirler, camdan sandallara; ve suyun altındakileri izlerler. İlginç, iğrençtir bazen. Onlar da boğulurlar elbet, ama yalnızca kendi kusmuklarında. Yükseldikçe yerden, iradesizleşirsin. Ben hiç, gülebilen bir tanrı görmedim. Ben hiç, güldürebilen bir tanrı görmedim.

Daha tanrıyım şimdi, daha az varım.

Bugün cezalandırın beni, ileride sizi, bugün beni cezalandırmanızdan dolayı cezalandıracağım için. Ödeşelim! Adaleti savunmayın bana, bir körün eline kılıç tutuşturup da. Üstelik terazinin kefelerine bakıp, onun kulağına fısıldayanlar kör değil; unuttunuz mu göremez körler ve gören herkes yalancıdır.

Şu anda, havanın karanlık olduğu bir enlemde ve başka bir sokakta, bir kadın tecavüze uğruyor. Bir başka çocuk, tanrısına dua ediyor.

Tanrı çocuklarını sever;
Göstermeye utanıyor.

  -





-Ayna, ben ne değilsem onu yansıtıyor. Çünkü gözlerim hasarlı.


Sigarayla başlamayan hikayeler neden eksik gelir, bilmiyorum. Ama bunu düşünmekten daha önemli işlerim vardı, ben de bir sigara yaktım. Neden durmadan hayal kurarız biliyor musun kadın? Çünkü hiçbirimiz olduğumuz yerden memnun değiliz. Kim olduğumuzdan da öyle. Bunları biz seçmedik. Bilinçaltımız, dışarıdaki evrenden yüksek düzeyde rahatsızdır ve onu yok etmek ister. Kendi gerçekliğimizi yaratmaya ihtiyacımız var ancak, tasarımlarımız bu dünyanın gerçeklerinden kopamıyor. Uzaylı kurguları hep insanlara benzer. Gibi. Ben düşünmekten ne derece korktuğumu düşündüm ve inan çok korktum. Kapılmak istemiyorum. Bu hatalı bir fonksiyon. Bir gün gökyüzünde bir kapı açılsın ve oradan kafasını uzatan temiz giyimli bir adam herkesin duyabileceği bir sesle şöyle desin istiyorum; “Yanlış evrimleştiniz, bunun için özür dileriz. Lavabo giderinizi kullanarak şu anki gerçeklikten acilen tahliye olup, en baştan başlamanızı önemle rica ederiz.” Belki de en iyi bildiğim, şudur: “Konuşmayan ağız evrimleştiğinde, yaşam kirlendi.”


CVHR’ye hak veriyorum. Gerçeklikten sıyrılabilmek için, en çok değer verdiğim insanı öldürmemi istemesinin ne kadar mantıklı olduğunun farkındayım. Ama ben sınıfta kaldım kadın. Yine kaldım. Gerçeklik beni canlı canlı yemeye hazırlanıyor. Ve öylece yatıyorsun, tek kelime etmedin. Seni öldürdüğüm için bana dargın mısın? Bak gördün mü, yine onu haklı çıkarttın. Şöyle demişti 2. paragrafın başında: “Konuşabilen ölüye, canlı denir.” Keşke mektubu yakmamı istemeseydi. Keşke. Ben katil değilim. Ben korkağım. O kadar korkağım ki, hep benim yerime insanların intihar etmelerini sağlamak istedim. Ama olanları görüyorsun, sen, sevdiğim ilk kadın ve öldürdüğüm ilk insan, beni darmadağın ettin. Ben bunu kaldıramadım. Katil değilim. Eline hiç fırsat geçmeyen bir katil kadar mutsuzdur, katil olmadığı halde öldürmüş olan bir insan. Ama elimden geleni yaptım ben. Ama şikayet edip dururdun. “Artık yaşamak istemiyorum, senden de, diğerlerinden de bıktım orospu çocuğu!” diye bağırırdın. Hayattan nefret ettiğini söylerdin. Peki şimdi neden mutlu değilsin, küçük orospu? Ha? Neden değilsin. Neden beni rahat bırakmıyorsun. Neden aklımdan çıkmıyorsun? 3 gün oldu, neden hala yok olmadın. Neden toza dönüşmedin. Öldükten sonra göbeğinin ne kadar da büyüdüğünü görebilecek kadar canlı olsaydın, rejime başlardın. Ben seni bilirim. Ben yapaylığın şiddetini dudağıma bulaşan rujla hissettim, çürüyen dudaklarınla da ondan emin oldum. Caf caflı oyuncaklarız, cidden. Babalar anneleri sikerken çalıştırılmış bebekleriz. Kimimizin pili bitiyor, kimimizin pili akıyor. Midem bulandı bunu söyleyince. Akmış pil çok iğrenç, kan en azından güzel görünüyor.

Sen öldükten sonra hiçbir şey eskisi gibi değil. Hayaletler dolaşıyor sanki evin içinde. Bana bir şeyler soruyorlar. Çay içiyorlar. Gidiyorlar.
Bacaklarının arasında yarıldığı günü hatırlıyor musun Kızıldeniz’in? Keşke ölsen demiştim o gün. Erken boşalmıştım çünkü. Annemin küçük sakarlıklarımı anlattığı o kadınlar var ya, keşke ölseler demiştim, başka birilerine onları anlatmadan önce! Sorunun kaynağına inmek ne kadar önemlidir, biliyorum. Fakat keşke annem ölse diyemezdim. Ölseydi, onun nasıl bir kadın olduğunu hatırlayamazdım, hatırlayamasaydım, aşık olamazdım; çünkü onun karakterinin tam tersine sahip olan kadınların hangileri olduğunu bilemezdim. Bu. Sesin çıkmasa da, içinden hala “sen hastasın.” dediğini biliyorum. Ben hasta değilim, üstümde bir kırgınlık var sadece, hayata karşı. Ama o başlattı.

Şu an, bana bakan görüntüyü parçalara ayırmak istiyorum. Karşımdaki adam benim aynadaki yansımamsa şayet, ben anlamsızlığın hayat üzerindeki yansımasıyım. Bana benzemesi için parçalanması şart. Gözlerimi kimin tasarladığını umursamıyorum ama, iki şikayetim var kendisine. Gerçekliği anlam yükleyebileceğim nesnelere indirgememe izin verecek görüntüler gösteriyor bu bir. Sigara dumanı kaçınca çok canım yanıyor, bu da iki.

Nasıl diyeyim. Aynanın diğer yanından daha gerçekçi durmuyor hayat. O yüzden çoğu zaman, diğer tarafında da insanlar var gibi geliyor. "Biri çok pis dalga geçiyor." hissinden kurtulamamaktır farkındalık.

 “Başkomiserim, bu adam hala evinde olduğunu düşünüyor. Sevgilisinin cesedi yanında sanıyor. Bir de farkındalıktan bahsediyor. Şu aynanın içinden bize o gözlerle bakmaya devam ederse, kafayı yiyeceğim. Onun yeri kesinlikle burası değil. En kısa zamanda bir akıl hastahanesine yatırılmalı.” diye buyurdu genç komiser. “Bana kalırsa, tüm katiller akıl hastahanesine yatırılmalı...” dedi başkomiser, “...Hepsini öldürmeye yönlendiren bir şeyler var. Ama bu, bizim meselemiz değil elbette. CVHR’den mektup aldığını söyleyen birçok katile rastlıyoruz. Bu adamın kim olduğunu bir an önce tespit edelim.” Komiser konuştu: “Hiçbir ipucu bulamıyoruz. Tuzaklarımıza kesinlikle düşmüyor.” Başkomiser kaşlarını çattı ve şöyle dedi: “Boş kalan tuzak, yanlış yaratılmıştır.” Ardından, sorgu odasını gösteren tek taraflı aynanın önünden ayrılarak, odanın diğer yanına yürüdü ve oradaki boy aynasında saçını taramaya başladı. Sonra durdu. Arkasına döndü ve kısık sesle konuştu: “Çocuklar, biz ne kadar gerçeğiz?”

-Ben katil değilim. Değilmişim yani, bunu yeni anlıyorum. “Elenirsin...” demişti CVHR, “...Bu bir test, öldürdükten sonra hayatta kalabilirsen, mükemmel bir katil olursun. Başarısız olursan elenirsin. Hayat böyle.”

William SHAKESPEARE - 66. Sone

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, horgörülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e 
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.


Oğuz Atay - Tehlikeli Oyunlar

Fakat ne yazık ki, insan hayatında trajedi daha çok albayım. İnsan, çarkları tersine çeviremiyor. 
Ah, ne olurdu bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım! Seni, bütün kötülüklerinle birlikte seviyoruz, diyorlar ya, ondan istemiyorum işte. Sevseler de neden hiç unutamıyorlar?
Genel af ne zaman çıkacak albayım? Hani bütün sonuçlarıyla suçları affeder ya, ne zaman kavuşacağız ona? Gözlerini kapadı: "Genel affı görür gibi oluyorum albayım"
Gülümsedi: "Delileri de affederler mi acaba?"
"Kendini deli zannedenleri affederler belki," dedi  Hüsamettin bey. 
"Başkalarına zararları dokunan delileri de affederler mi?"
"Genel bir afsa, onları da suçsuz saymaları gerekir."
" Bencillik yüzünden başkalarına bilmeden eziyet edenleri?"
" Hepsi affedilecek herhalde. Genel affı senin çıkaracağın anlaşılıyor: sen de istediğini yaparsın."
Kolay mı albayım? Akıl insanın yakasını bırakıyor mu? Fakat, afla birlikte şartları da düzeltmek gerekiyor
albayım. 
Yoksa serbest bırakılanlar ümitsizlikten, yapacak başka bir şey olmamasından, bir şey yapmak gerektiği için, bir şey yapmadan yaşanamayacağı için, iyi bir şey yapmasını öğrenemedikleri için ve kötü bir şey yapmaktan başka çareleri olmadığı için aynı suçları tekrar işlerler. 
Başka çare yoktur albayım. Genel af, aslında değişik bir işkence yoludur. Yoksa affederler miydi?
Dünyada bedava hiç bir şey yoktur albayım.

Ülkü Tamer - Konuşma

Aman, kendini asmış yüz kiloluk bir zenci,
Üstelik gece inmiş, ses gelmiyor kümesten;
Ben olsam utanırım, bu ne biçim öğrenci?
Hem dersini bilmiyor, hem de şişman herkesten.

İyi nişan alırdı kendini asan zenci,

Bira içmez ağlardı, babası değirmenci,
Sizden iyi olmasın, boşanmada birinci...
Çok canım sıkılıyor, kuş vuralım istersen.

Bir kesitte buradan.

Neyzen Tevfik - Geçer


Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer, 
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer, 
Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer, 
Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer, 
Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer, 

Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi, 
Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi? 
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi? 
Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun fili mi, 
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer, 

İbret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan, 
Nefsini kurtara gör masyad-ı mafihadan. 
Niyyet-i hilkatı bul aşk-ı cihan aradan, 
Önü yoktan, sonu boktan, bu kuru da'vadan 
Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer. 

Ne şeriat, ne tarikat, ne hakikat, ne türe, 
Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre 
Cahilin korku kokan defterini Tanrı düre! 
Ma'rifet mahkemesinde verilen hükme göre, 
Cennet iflas eder, efsane-i Adem de geçer. 

Serseri Neyzen'in aşkınla kulak ver sözüne, 
Girmemiştir bu avalim, bu bedyi' gözüne. 
Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne. 
Pir olur sakiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne, 
Hak olur pir-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.



Cahit Zarifoğlu - Korku ve Yakarış


The Slave 1920 - Halil Cibran



Yüklenip geliyor gökyüzü evimizden yeryüzümüze 
Dilimize onur veren kelime 

Güzel ticaret ettik 
Çölü okuyabiliyoruz deveyi çözebiliyoruz 

/Delicesine yalnızlıktan yana reyi 
Elleri berrak ve dolu 
Arındı soyu kurudu kinlerin sanki 
Vuruyordu son bahtsız atılışında 
Köpeklere yaslanarak bir avluda 
Ve ayaklarının altında 
Her kiminse doğranmış saç örgüleri/ 

Ve şimdi adam ey çocuk 
Eline bir dudak inziva al göster onlara 
Belgele sevişebildiğin aklın 
Kuşların o hızlı oluş adına 
Çalılardan uçurduğu baharla 
Uzaktan kur düşleri ve başla binmeye 
Gemiler gibi gelen günlere 

Ve özenle seçilen söylenen kulaklara 
Yeni yeni hecelediğin tattığın 
/İyice düşün ilk kez kim duyuyordu ayetleri/ 
Hatta o ısılı ve tamam edilmiş kelimeler yardımıyla 

Nerdesin ne suçun var anlarsın 
Gibi dost ettiğin paha gerçek paha 
Bilinir ki yolluyor yiyeceklerini senin katına 

Seni çile çektirilen 
Verdikçe alan kelime 
Susuzluktan kalma bir sarhoş ağzın 
Salt ona adımların 
Yalpa yok elatışında boyuna sürdüğün o 
Ve hadi artık. Konuş 
Nasıl buldun yolunu 
Ki akıyor her gece ruhun bütün gücü 
Bir fırdönüyü saklıyor eşyalar 
Sen ıssız tekbaşına ve mağrur 
Batıyorken yatağında 

Nasıl da ateş sıcak içova nabzı 
Zamanlar indirir kaldırır limanları 
Sanki bir kuş ağzı bir kadın ağzı 
Su başlarında sel yollarında hayatın 
Kuğu kanatları beyaz soluk alışları 

/Derken rahimlere kapandın 
Dirilik harflerle çalkalandı 
Boşaldı boş çanaklarına kavganın/ 

Kaynak yeniden yumulu parmaklarını açıyor 
Biziz şimdi görünen artık salındayız aşkın 
Yüz yüze koyulduğumuz sır vakti: Olgun ve hazır 

Yine uyandım 
Sabah 
Yine büyük 

İsmimle ancak 
Aynı sarnıçta düş ve gerçek 
Alıp veren sakınan etim 
Soluduğum bakış 
Can levham duvarlarım senin 

Bana giysi verdin 
Öyle biliyorum giyinmeyi 
Beni doyurdun 
Böyle biliyorum doymayı 
Ve sayıyorum kimse yok 
Öyle böyle bir doğa 
Yalnız beni götürüyor kıyamete 
Görüyorum ki farkediyor 
Gülümserken korkuyorum 

Elime açılıyor yüzün 
Duyuyorum buzlar gibi 

Sensin bana 
Sanki kendimden bana 
İçimden tüten 

Sensin doğduğum sabahları 
Işıklarına uzandığım başları 
Dünyaya bırakan 

Sensin güden 
Kanımın düşüncesini 

Sen ince şavk toplam zaman saf hayat 
Tek diri 

Sensin yüzen geceye 
Tek diri 

Sensin yüzen geceye 
Yeryüzü 

Sen ayrılmadın hiç 
Evimizden 

Uyudum yine 
Gece 
Yine geniş

Kaan Boşnak - Mart 2013

var-oluş varoştu.
her şeyi sonradan gördük
kanuna karşı gelmekten bahsedeceksek hepimiz,
insan doğup yalnız öldük.
her şeyin bir müşterisi varken yalnız nefes almak ücretsizdi
bu sebeple teker teker sigaraya başladık.
hedeflerin bu kadar kolay ulaşılabilir olması bize dehşet veriyor,
hepimizi çılgına çeviriyordu.
mütemadiyen susuyorduk,
duşakabinlerde ağlıyorduk.




Hakan Günday - Kinyas ve Kayra

           Ama ben, onların hiçbir zaman akıllarına getirmeyecekleri şeyleri düşünüyordum bazen. Bir uğultu olarak sürekli bacaklarımızın arasında dolaşan seks ve şiddet kavramlarını düşünüyordum. Neden hayatlarımızı bu denli etkilediklerini çözmeye çalışıyordum. Yüzlerce ihtimal düşüyordu aklıma. Ve bir gün, bir tanesi düştüğü yerden kalktı. Gerçekliğine inandığım tek ihtimal. Varsayımları vardı ancak, yürüttüğüm mantığın. Bir yaratıcı olduğunu kabul ediyordum en başta. Ve insanın içine iki tane içgüdü yerleştirdiğini düşünüyordum. Bütün bilinenlerin yanında iki tane daha. Ve bunlar, asıl insan aklını şekillendiren istekler uyandırıyordu içlerde. Gösterişli davranışlara yol açıyorlardı. İnsanın çevresini kana bulayan davranışlar. Seks ve şiddet! İnsanoğlunun hem en derininde, hem de en yüzeyinde yatan iki içgüdü... Ve yürüttüğüm mantık yoluna devam ediyordu. Zevkliydi seyretmesi ikisini de. Bugüne kadar milyarlarca dolar dökülmüştü ikisine de. Milyarlarca dolar çıkmıştı ceplerden, birkaç saniyesine tanık olabilmek için. Dergiler, kitaplar, filmler... Ve yaratıcı da zevk alıyordu bunları seyretmekten. Bir anahtar deliğinden seyreder gibi zevk alıyordu insanların birbirini düzüp öldürmelerinden. Röntgencilikti yaratıcıyı hayatı icat etmesine iten. Seyrediyordu yaptıklarımızı. Bunları anlamak için biraz televizyon seyretmek yeter... Biz insanlar, canımız acıdığı için medenîleşmiştik. İkisini de yaparken utandığımız için icat etmiştik yasaları, evlilikleri. Aslında yaratıcının hayalinde yoktu medenî bir dünya. Biz istemiştik suların durulmasını. Kanın durmasını. Başımız ağrımaya başladığı için kadınların orgazm çığlıklarını duymaktan, yavaşlatmak için tecavüzleri, inşa etmiştik hapishaneleri. Biraz televizyon seyretmek yeter. Birkaç saat. Fazla değil!.. Zor değil, insanın dünyanın sonu olduğunu anlamak!
  
              Altı milyarlık bir seks ve şiddet bahçesi. Altı milyarlık bir gaz odası... Gerçekçi olalım! İyi bir gösteriyiz bizi seyredene. Onun için ölüp ölüp doğuyoruz. Gösteri devam etsin diye!

Kalsam - Cahit Zarifoğlu

Kalsam,
Sığdıramam
Bu deli maviyi ihanet kokan soluğuna
Metropollerin.

Üşür gözlerimde yediveren tomurcuk,
Yedi göğün yıldızları.
Yüreğimde bir maral ağlar,
Hangi suya eğilsem.

Ellerimin
Dikiş tutmazlığı
Ellerine teyellenmişken,
Bağlıydım hayata
Ama şimdi
Çözüldüm her anlamda.
Tırnaklarım etimden ayrıldı çünkü.
Çünkü beklenenden tez düştü ak’lar çocuk sakallarıma .
Çünkü kırıldım saç uçlarıma kadar!

Ve.
Haziran gibiydi çocuklar, yakmayan sıcaklıklarıyla
Yüzlerinde yüzlerce iklim,
Alabildiğine savunmasız, ürkek ve masum .
Ve böyle temizken hayat ne büyük günah işledik büyümekle.
Hani diyorum ya ; umuda gülümse hep,
Aç gözlerini, yosun tutmuşsa da zaman, aldırma!
Sen, çoktan kapamışsın gözlerini,
Yüzünde buruk bir gülümseyişi hediye bırakarak.


Artık çıkarım bulanık köpüklü dalgalardan.

Ağlamam bu sefer inan,
Yıkıldığında kumdan şatolarım.
Hem artık güneş çizmeyi öğrendim.
Gözlerime hükmetmeyi, susmayı, tırnağımı daha derinden koparıp,
Hıçkırıklarımı tam sol yanımda yok etmeyi.
Gizlemeyi ama bi yağmurda geçmiyor söz işte,
Yüreğime.
O ağlıyor ben damlıyorum .
Bakma büyümüş gibi yapıyorum.







Edip Cansever - Phoenix

Ben orda, akşamına orospular dadanan 
Camlarında pis sinekler gezinen, ben orda 
Eskimiş bir tutuşla şarabını içiyor 
Kadınlarda ölüyor kadınsız bakışlarla 
Başıyla öne düşmüş yüreğiyle beraber 
Ya Tanrıya inanır ya da isyana. 


Kimseye vermiyor ki acılardan artarsa 
Kuytular çıkarıyor sevişmeler onlardan 
Bu nasıl bir bakış ki dünyaya intiharla 
Ya da hep kar yağıyor da düşünmesi siyahtan 
Öyle ya kim sevişirdi acıları olmasa 
Kim bakardı uzağa köpekleri saymazsam. 


Orası bir ölümdür şarabımı doyuran 
Ölünen yüzler gibi bir bütündür adamlar 
Vaftizi gün ışığında bir garip protestan 
Tanrısıyla sevişir, herkes bilir sevişmeyi o kadar 
Kim ne derse desin ben bu günü yakıyorum 
Yeniden doğmak için çıkardığım yangından. 

Nietzsche - Kısır Döngü

Kaos her an zihnimizdeki çalışmasını sürdürür: burada kavramlar, imgeler, duygular rastlantısal olarak yan yana gelmişlerdir ve karmakarışık bir biçimde atılmışlardır.
Böylece zihni şaşırtan yakınlıklar yaratılır: zihin benzer bir şeyler anımsar, oradaki tadı hisseder, alıkoyar ve sanatına ve bilgisine göre her ikisini de özümser. 
Burası yeni bir şeyin, en azından insan bakışının götürdüğü uzaklığa kadar düzenlendiği dünyanın son küçük parçasıdır. 
Sonuç olarak burada aslında dünyanın oluşu içinde hala benzeri olmayan yeni bir kimyasal birleşim söz konusudur

Cahit Zarifoğlu - Çölde Gizli Bezginler

bir çiçek bahçesinde geçeye durgun kalışın yağmur sıcağı
                                                                              gibi
öptüm sonsuz gidişinden. Saçlarının seyriyle seni
yollan aşklara davul çalıp çağrılmış yalnızlarla dolduran
akrepleridir duygunun.. Karanlık ordulara güneşsiz
                                                                              sokulan


bunlar canlanınca ne ateş kirli taşlar ne böcek

şakakların sıcağında kuytu bir ses büzülüp ölecek


sabahsız kuşlara koşarsa durur mu evreni omuzlarında

bahar şenlikleriyle. Sürdüren ellerini yangın borularında


şaşkınlıkla başladı bu atlar bu savaşlar insan

                                                                              buluşlarından
burda biter düğün. Gidilir mi evin soğuğuna çölün
                                                                              sıcağından


gemilerimiz saklanır. Ağzımızda bir aşk kaçışı vardır

                                                                              buluşmalann
saplandık tadına. Durduk alnında yüreğe vuruşlann


yollar sellere gider. Açılır parklar artık kuşlar dağılır

bir aşkı gözyaşlanyla bulvara çağırmak hiç keseye mi
                                                                              kalır
çizildi yalnızlar. Senin gelişin ne de süvari köprünün
                                                                              diplerinde
geçer üstümüzden yağmur alan donanmalar. Kürek
                                                                              sesleriyle
koşu bitince aşk bir yorulmadır kaçılmaz kırbacından
sayüir günü geçmiş anlar boşalan hangi tüfeğin
                                                                              arkasından


oturur iki bakış ormanından gerilip bir masayı kollar

uzayıp uzaya giden akrebe katlamp zincire gelmeyen
                                                                              yolcular


bu bizim sesimiz denizlere ateş gibi eller ‘açılır ortasından

su konuşmaz toplanmaz kuşlar. Ne kazandık
                                                                              yaşamamızdan


biz harcandık anam hem kelimesiz kapandık

sevgi ektik. Sonsuz seçtik. Beğendik. Ama toprağı
                                                                              kazandık


Sevinçle kaçın kurtulun ölümlerinizle. Yalnızlıkla ben

                                                                              kaldım
sevindiniz işte alin koşturun. Aha size son atım